Meşhur sözdür: “Perşembenin gelişi, Çarşambadan belli olur.” Siz, iktidarın uyguladığı tüm ekonomik ve sosyal politikaları ayakta alkışlamışsınız. Bütün kamu kurum ve kuruluşlarında, arkanızda iktidarın desteği olduğu propagandasını yaparak, adeta terör estirmiş ve yönetici kadrolarının neredeyse tamamını ele geçirmişsiniz. Bu yöneticiler vasıtasıyla yüz binlerce üye yapmışsınız. Bu iş öyle bir boyut kazanmış ki varlığınızı iktidarın varlığı ile eş değer görmüşsünüz. Yani: “Onlar varsa ben de varım, onlar yoksa ben de yokum.” Bu tespiti her kamu çalışanı kolayca yapar şüphesiz. Mesele bu tespiti yapmak değil, gereğini yerine getirmektir; çünkü geleceğimizi emanet ettiğimiz bu yapıların aslında onu yok etme potansiyeli vardır. Şimdi gelelim toplu sözleşme sürecine. Memur ve emeklinin hali hepimizin malumudur. Son beş yılda alım gücümüz neredeyse yarı yarıya azaldı. Artık yarınımızı bile düşünemez hale geldik. Bilhassa emeklilerimiz, kullanılıp bir köşeye atılmak gibi bir hissiyat içinde çaresiz bir haldedir. Çalışan ile emeklisi arasında bu kadar fark olur mu? 89.000 TL olan yoksulluk sınırı, ülkenin çarşı pazarının yakıcı hali ortada iken 47.500 TL maaş ile geçinmek zorunda bırakılmak bir iktidarı hiç mi ilgilendirmez? Hiç mi tedbir alınmaz? Peki, tüm bunlar olurken yetkili ve etkili sendikalarımız ne yapıyordu? İktidara güzelleme yapmaktan başka bir marifetlerini gören varsa bir adım öne çıksın, lütfen. Bırakın iktidarın ekonomik politikalarını, düne kadar neredeyse hepimizi PKK yanlısı olarak yaftalayan bu sendikaların, yeni çözüm sürecine yaklaşımlarına bir bakın ve değerlendirin Allah için. Tabii ki elinizi vicdanınıza koyarak. Bu örneği verme sebebim; bazı sendikaların, ön ya da arka bahçesi oldukları siyasi partilerle kurdukları sıkı bağları ve bu uğurda kendi geçmişlerini, gururla dile getirdikleri ideolojik duruşlarını bile bir anda unutup yok sayacak kadar teslimiyetçi bir tutum sergilediklerini hatırlatmaktır. Tüm bunlardan sonra, ağalarından izin alarak meydana çıkmak ve sadece üç gün sendikacılık yapar gibi görünmek neyi değiştirir? Oysa toplu sözleşme kanunen Ağustosta başlar ve ay sonunda biter. Peki, 11 ay boyunca susup yalnızca üç gün konuşmak, ardından zorunlu bir eylem yapmak mıdır sendikacılık? Efendim, grev hakkımız yok, Hakem Heyeti taraflı. Daha ne yapalım? İşte kaç bin kişi ile eylem yaptık. Ama 2 yılın 23 ayı, Ağustos böceği misali saz çalıp oynayarak iktidar güzellemesi yaptınız. Ağababalarınızla verdiğiniz fotoğraflarla nasıl bir yandaş olduğunuzu herkese ilan ettiniz. Doğru, grev hakkımız yok, Hakem Heyeti taraflı; ancak siz daha buralara kadar gelmeden kaybettiniz ve memur ile emeklilerimize kaybettirdiniz. Siz hali hazırda geçerli olan Sendika Kanunu’nun size tanıdığı hakları bile kullanmadınız. Keşke olsa; ancak bu zihniyetle grev hakkınız olsa ne yapacaksınız? Sizin yüreğinizdeki tek slogan şu: ‘Varlığım iktidarın yolunda feda olsun!’ Ve aslında şu düşünceye güveniyorsunuz: ‘Memur, emekli üç gün konuşur, sonra unutur nasılsa!’ Bu defa kazın ayağı öyle olmayacak. Biliniz ki ne memur ne de emeklimiz atılan bu kazığı unutacak. Hatırlanan tek şey, sizin timsah gözyaşlarınız olacak. Her şey değişecek! Başka yolu yok!
HÜKÜMET NEDEN YETKİLİ VE ETKİLİ (!) SENDİKALARI CİDDİYE ALMIYOR?
